AYLIK MAKRO VE POLİTİK GÖRÜNÜM
Geçtiğimiz ayın en önemli görünen konusu, seçimler sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşturacağı yeni kabine ve ekonomi yönetiminin nasıl şekilleneceğiydi. Bu bağlamda, yeni kabinede iş dünyasından bazı isimlerin yer alması ve ekonomi yönetiminde çok başlılığın azalması olumlu karşılandı. Maliye ve Hazine’nin tek bakanlık çatısı altında toplanması ve ekonomik alanlardan sorumlu sadece üç bakanın (Hazine ve Maliye, Ticaret, Sanayi ve Teknoloji) olması özellikle karar alım ve icra süreçlerini hızlandırma açısından destekleyici göründü. Buna karşılık, Cumhurbaşkanlığı sisteminde ekonomi ile ilgili alanlarda çeşitli Başkanlık, Kurullar ve Ofislerin tesis edilmesi ilerleyen dönemde bir yetki karmaşası oluşabileceğini düşündürdü. Cumhurbaşkanlığına bağlı Strateji ve Bütçe Başkanlığı kurulması ve bu birimin Cumhurbaşkanlığı bütçesi hazırlanmasında Hazine ve Maliye Bakanı ile birlikte yetkili kılınması buna iyi bir örnek oldu. Her ne kadar söz konusu Başkanlığa Maliye eski Bakanı Naci Ağbal’ın getirilmesi olumlu bulunsa da, yetki paylaşımının işleyiş açısından zaman zaman tıkanmalara yol açabileceği değerlendiriliyor.
Bakan yardımcılıkları, Cumhurbaşkanlığı politika kurulları ve ofislere yapılacak atamaların bu ay içinde tamamlanması da bekleniyor. Ancak geçen ayki bültende de vurguladığımız gibi, aslında daha fazla önemsenen enflasyon ve cari açık gibi zararlı yan etkileri giderek belirginleşen büyüme yanlısı makro çerçevenin yerini daha dengeli (ortodoks) bir ekonomik ortama bırakıp bırakmayacağı olacaktır. Kabinede en kritik görünen görevlerden Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı üstlenen Berat Albayrak’ın göreve başlar başlamaz "Biz piyasayla kavga ederek değil, kazan kazan ilişkisine dayalı hep birlikte bir güçlü bir iletişimle yürüyeceğiz. Açık ve şeffaf olacağız. Bakanlığımız döneminde hiçbir zaman bize bağlı konularla ilgili piyasanın gerisinde olmayacağız. Piyasanın önünde olacağız" şeklindeki açıklaması TCMB’nin enflasyona yönelik riskler nedeniyle Temmuz toplantısında faiz artışına gideceği beklentisini desteklese de, Bankanın söz konusu toplantıyı pas geçmesi, algılama açısından önemli bir fırsatın kaçırılması anlamına geldi. Zira, yıllardır enflasyon hedeflerinin uzağında kalan Bankanın son dönemin en olumsuz enflasyon görünümü ve giderek artan yukarı yönlü risklere rağmen, büyümede iç talep kaynaklı yavaşlama sinyallerinin alınmaya başlaması ile beraber faiz artışlarında hemen frene basması, enflasyon-büyüme ödünleşiminde tercihin yine büyümeden yana yapıldığını düşündürdü.
Bu nedenle, artık mali sıkılaşmanın tatmin edici, büyümede yavaşlama yaratmaktan korkmayan adımları elzem görünmektedir. Son haftalarda mali disiplini sağlayacak bir mali kuralı da içeren strateji belgesinin Eylül ayından önce açıklanabileceği yönünde açıklamalar gelmesi önemsenmelidir. Böyle bir girişimin şu aşamada da çok ihtiyaç olan öngörülebilirliğin kazanılmasına katkı sağlayacağı söylenebilir. Ancak, böylesi kısa bir sürede ortaya konulacak olan mali kuralın yasal bir alt yapısı olmasını beklememek gerekir ki bu durum da açıklanacak kuralın denetiminin ve pratikte uygulanmasının garanti olmadığını düşündürerek etkisini sınırlama riski taşımaktadır. Bunu eksikliği dengelemek ve mali kuralı açıklandığı an itibarıyla daha itibarlı kılabilmek için kuralı destekleyici tedbirleri hemen vakit kaybetmeden hayata geçirmek faydalı olacaktır.
Maliye ve Hazine Bakanı Albayrak, 24 Temmuz’da yaptığı açıklamalarda, mali alanda atılacak adımlarla enflasyona azami katkı verileceğini, enflasyonu düşürücü tedbirlerin büyüme hedefleriyle eş güdümde olacağını, 2018 için mali tasarruf tedbirlerinin alınmaya başlandığını belirtmiştir. Bu açıklamalar algı yönetimi açısından pozitif bulunmakla birlikte enflasyonun düşürülmesi ve büyüme hedeflerinin mali disiplini de içererek bir arada başarılması yatırımcılar nezdinde sorun olarak tanımlanan alanların başlı başına kendisidir. Tam tersine, ancak kısa vadede büyüme hedefini riske atmaktan çekinmeyen politika adımlarının sonuç verebileceği ve aslında atılacak her türlü adımın da bu kriter dikkate alınarak samimiyet testine tabi tutulacağı unutulmamalıdır. Bununla birlikte, AB tanımlı kamu borç stokunun GSYH’ye oranının şimdilerde %30 civarında olduğu dikkate alınırsa, yeni tanımlanacak olan mali kuralın parametrelerinin borç sürdürülebilirliğini tesis etmesinden ziyade, ekonomide aşırı ısınmaya izin vermeyecek şekilde tasarlanmasının bu dönemde daha önemli olduğunu değerlendiriyoruz. Zira yeni korkumuz borç stokunun sürdürülebilir seviyeleri kısa vadede aşması değil, ekonomide cari açık ve enflasyon gibi iç ve dış dengesizlikleri tetikleyecek seviyede bir aşırı ısınmaya sebep olmasıdır. Bu noktada da, bütçe açığından belki de daha önemli olan konu harcamaların hızı ve kompozisyonudur.
Öte yandan, yeni OVP ile birlikte atılması gereken adımlar Merkez Bankası’nın para politikası duruşu açısından da kritik olacaktır. Zira Merkez Bankası son toplantıda faizlerde ilave bir artışa gitmemesini büyük ölçüde maliye politikasının dengelenme sürecine vereceği katkıya ilişkin beklentisine bağlamıştı. Son Enflasyon Raporu’nda da para ve maliye politikası eşgüdümünden iki temel beklentisi olduğunu dile getirmiş ve bunların gerçekleşmemesi durumunda daha sıkı bir para politikasının gerekebileceğini belirtmiştir;
“Bunlardan ilki, kamu tarafından yönetilen/yönlendirilen fiyatlar, vergi ayarlamaları ve gelirler politikasının, geçmiş̧ enflasyona endeksleme davranışının azaltılmasına yardımcı olacak şekilde belirlenmesidir. İkinci bileşen ise, maliye politikasının döngü karşıtı bir yaklaşımla ekonomide dengelenmeyi sağlayacak şekilde uygulanmasıdır. Destekleyici maliye politikası tedbirlerinin yurt içi talep ve iktisadi faaliyet üzerindeki genişletici etkisinin devam etmesi fiyatlar üzerinde talep baskısının sürmesine yol açabilecektir. Böyle bir durum, küresel finansal koşulların sıkılaştığı bir dönemde, enflasyon ve cari işlemler açığının bulunduğu yüksek seviyeler de dikkate alındığında, ülke risk priminin yükselmesine ve döviz kuru üzerindeki baskının artmasına yol açarak enflasyonu düşürmek için daha sıkı bir para politikası duruşu gerektirebilecektir.”
Bu bağlamda, aybaşında elektrik ve doğalgaz fiyatlarına %9 civarı zam gelmesi TCMB’nin eşgüdümden ilk beklentisinin karşılanmadığını düşündürmüştür. Manşet enflasyonun Temmuz sonunda %15,9’a yükselmesi, TL’de ilave değer kaybı görülmesi ve fiyatlama davranışındaki bozulma ile diğer bazı ürünlerde fiyat artışlarının devam etmesi, enflasyonda henüz zirvenin görülmediğini düşündürürken, TCMB’nin maliye politikasında atılacak adımları bekleme süresinin kısaldığı anlamına gelmektedir.
Son dönemde yükselen kredi faizleri ile iç talebin düşüşe geçmesi ve TCMB’nin son bir aylık süreçte faizlerde 500 baz puan artışa yönelmesinin gecikmeli etkileriyle imalat öncü göstergesi PMI endeksi 2009 yılından beri en düşük seviyelerine inerken, Haziran ve Temmuz aylarında dış ticaret açığının belirgin gerileme eğilimine girdiği görülmektedir. Kısacası, ikinci ve üçüncü çeyreğe ilişkin göstergeler iktisadi faaliyetin yavaşlayarak gerek büyüme hızı gerekse kompozisyon itibarıyla dengelenme sürecine girdiğine işaret etmektedir. Bununla birlikte, finansal oynaklıkların ve belirsizlik algılamalarının yüksek seyri, iktisadi faaliyetteki yavaşlamanın boyutu ve süresi açısından aşağı yönlü riskleri canlı tutmaktadır. Dolayısı ile yavaşlama sürecinin sert inişe dönüşmesi riski bulunurken, yerel seçimlere kadar ekonomiyi daha da yavaşlatacak sıkılaştırıcı yöndeki maliye politikası tedbirlerinin gerektiği ölçüde alınmaması ihtimali bulunmaktadır.